Bilim ve teknolojinin dur durak bilmeyen her ilerleme aşaması, uygarlık açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Fiziğin ve kimyanın elektrikten mekaniğe, elektronikten dijital sistemlere birçok alanda, bu kadar çeşitlilikte yer alması, insanlık ve medeniyet adına muazzam bir değişim ve gelişme üretmiştir. Sosyologlar, bilim ve medeniyet tarihçileri, çağları bu teknolojik gelişmelerle ilişkilendirerek başlatır veya bitirirler. Tarihsel dönemlerin referanslarının taş, demir, mekanik, elektrik, elektronik, atom, son evrede de uzay, bilgi ve iletişim şeklinde eşya/kavram odaklı olması, gücün sahibi olma çabalarında başat unsurun mimlenmesi gayretinin sonucudur.
İlk dönemlerde buluşların seyrekliğiyle değişim yavaş akmış, yüzlerce hatta binlerce yıl süren çağlar yaşanmıştır. Bir başka ifadeyle, bu çağlarda, değişimden ziyade durgunluk, durağanlık esas olmuştur. Fakat bugün, akılalmaz çeşitlilikte yeni icadın, buluşun çokluğunun bir sonucu olarak zaman yıldırım hızıyla akmakta, çoğu zaman, üretim çeşitliliği, ürün ve eserler takip edilememektedir. Hayatımızdaki nesnel çeşitlilik ve yenilik artmış ama zaman kısalmış ve baş döndürücü bir akış hızına ulaşmıştır. Eskinin aksine hazzını hızdan alan bu çağda, duranlar hemen açığa çıkmakta, durağanlık ise kaybetme gerekçesi olmaktadır. Artık bir şeye uzun zaman ayırmak tercihi yerine her şeye biraz zaman ayırmak dayatmasıyla karşı karşıyayız. İnsanlar adeta gerçekliği yitirilmiş boyutta anlık ve sanal âlemde yaşar olmuştur.
Bu noktada, bilginin dönüşümü ve yayılım hızı meselesine eğilmek, zorunlu bir hâl inkılabıdır artık. Hele hele yapay zekâ konusundaki gelişmeler, bunun ne kadar önemli olduğunu anlamayı da anlatmayı da kolaylaştırıyor ama burada ihmal edilmemesi gereken bir başka husus da, yazının başından itibaren çizmeye çalıştığım resmin belirli bir doğrusallık içerdiğine ilişkin yanılgılardır. Söz konusu yanılgının temelinde ise ilerlemeci tarih algısı/ideolojisi yatmaktadır. Bu da bizi hep ileri-geri tartışmasının içine hapsetmektedir. Öyle ki, eğitim sistemlerini şekillendiren pedagojinin ‘tek tipçi’ mantıkla ele alınmasının merkezinde de bu anlayış vardır. Oysa eğitim, bir yönüyle bireyin yönelimlerini keşfetme ve sonucunu esas alarak insanın biricik olma vasfı üzerinden bir rota çizmeyi önemsemeli ve hedeflemelidir. Bir başka ifadeyle, eğitimin amacı, toptancı bir mantıkla bireyleri kitlenin içinde eritmek olamaz, olmamalıdır. Kaldı ki, eğitimin dışsal amacı olarak kavramsallaşabilecek üretime katılma faaliyetinin merkeze alınması, hele hele yaratıcı düşünceyi önceleyen yeni sisteme katılabilmek üzerinden bireylerin istidadının yönetilmesi adına hâkim unsur hâline ge(tiri)len determinist mantıktan kurtulmak gerekiyor.
Biliyoruz ki, belirli bir doğrusallık içeren her düşünce, istidadın önündeki en büyük engeldir ve yeni sistemde doğrusallığı paramparça edecek nitelikte sıçramalar mümkündür. Bunu gerçekleştirebilmek için de, istidatların keşfi ve doğru yönlendirilmesi gerekmektedir. Ancak, en iyiyi üretmek noktasına kilitlenmiş ehliyetli birey hedefini ilk sıraya koymak, ‘iyi/doğru/güzel olmak’ hasletine özgülenmiş şahsiyetli insan tasavvurunu ötelemekten ziyade yok etmek olur. Böylesi bir sonuç ise sadece eğitim açısından değil, ahlak-insan-medeniyet teori ve pratiklerimize de köke, varoluşsal değerlere, geçmişten bugüne taşımaya azmettiğimiz birikime de -telafisi imkânsız- sırt dönmek olur.
Evet, bir bilgi ormanında yaşıyoruz. Bu ormanın alanı da bırakın ayları, günleri, anlık ve şaşırtıcı bir hızla genişliyor. Eğer bir metodunuz yoksa bu hız karşısında maruz kalan, yönlendirilen varlık/toplum hâline dönüşüyorsunuz. Geçen yüzyıldan kalma metotlarla, bugünün gelişen dünyasına bırakın hâkim olmayı, ayak bile uyduramazsınız. Oysa bizim amacımız, hem ‘olmak’ hem de ‘aşmak’ olmalıdır. Eğitimimizin hem sistem hem yöntem hem de işleyiş bakımından genel stratejisi, aşma fikri üzerine şekillendirilmelidir. Böyle bir stratejiyi geliştirebilmek ve buna dair taktik zenginlik oluşturabilmek için de eğitimin altyapısı ile içeriği bütünsel bir anlayışla ele alınmalıdır. Kastımız ve nihai hedefimiz, en iyi işleyen sistemi, en kapsamlı içeriği, en kapsayıcı retoriği bulmak/kurmak eşiğinde kalmamalıdır. Amaç, beşerden insana, bilgiden hikmete, gerçekten hakikate yolculukla ‘varmak’ ve ‘olmak’ olmalıdır.
Peki, bunu nasıl başaracağız?
Aslında temel bir sorunumuzu aşmadan bunu gerçekleştirmek mümkün görünmüyor. Sorunun kaynağı, bilme, bildirme işini genel olarak dışsal bir perspektiften ele almamız. Oysa bilgilenme ve bilme, içsel bir olgu olan ‘muhataplık’ üzerinden gerçekleşir, dolayısıyla bireyseldir. İdeolojiler çağından kalma alışkanlıklarla belirlenmiş doktrinleri, bireylere bilgi diye sunarsanız, hem bilme eylemini yok edersiniz hem de bireyi yığın içinde eritirsiniz. Biz bunu söylerken, şüphesiz, form düzeyinde kalmış birey tanımına atıf yapmıyoruz. Bizim kastımız, Yunus’un ‘kendini bilmek’ davetiyle betimlediği iç yolculuğudur. Kaldı ki, özgürlük, dolayısıyla muhatap olabilme iradesi, ancak bireyin iç yolculuğuyla mümkündür. Ne var ki, bugünkü eğitim sistemi, bireyi yığınsallaştırmayı hedeflediği için ‘içe’ kapalıdır. Bunun en büyük sebebi de bilginin, teknolojik gelişmelere indirgenerek, salt form düzeyinde ele alınması ve araçsallaştırılmasıdır. Maalesef bu noktada eğitim, tabiri caizse, muhatap almayı/olmayı/aşmayı sağlayacak iç yolculuğun önünde bir bariyer işlevine, egemenlerin ideolojik aygıtı mesabesine indirgenmektedir.
Yazının başlangıcında doğrusal hat üzerinden sıraladığım tarihsel sürecin aşılıp yeni bir proses oluşturulması için bizi biz yapan değerlere dayanan bir eğitim stratejisi geliştirmeyi ve buna dayalı sistem inşa etmeyi göze almak durumundayız. Yoksa sadece biz değil, bizden sonraki nesiller de bizim dışımızda geliştirilen sistemlere maruz kalmaya devam edecektir. Evet, yeni bir dünya gelişiyor, gerçekleşiyor. Evet, bu dünya bizim dışımızdaki bir dünyanın tecrübesi üzerine bina ediliyor fakat sözünü ettiğimiz dünyanın o kadar da sağlıklı olmadığı, olmayacağı gerçeği de gün gibi ortadadır. Bizim oluşturacağımız sistem bilginin araçsallaştırılmasının –daha açık bir ifadeyle- kısmi belirlenim içine hapsedilerek insanın yığınsallaştırılmasının önüne geçecek nitelikte olmalıdır. Aksi her durum, bilgiyi kutsarken hikmeti ıskalayan, ehliyeti gerek görürken şahsiyeti önemsemeyen, bireyselleştiren fakat biricik hissettirmeyen, kazanmaya/öne çıkmaya motive eden fakat aşmaya ve olmaya davet etmeyen eğitim başlıklı bir meşgalemiz olması dışında bir anlam ve sonuç ifade etmez, etmeyecektir.
Eğitim-Bir-Sen olarak, ‘yetkili’ sıfatını elde ettikten sonra değil, kuruluş fikrinin fiiliyata dönüşmeye başladığı andan itibaren, eğitim hizmeti sunan kamu görevlilerinin haklarını koruma ve artırma, hukukuna teminat olma sorumluluğu ve motivasyonuyla hareket ediyoruz. Eğitimi, hem kavram hem de sistem olarak ilgi ve etki sahamız içerisinde görerek yürüttüğümüz faaliyetleri de bu sorumluluğun ayrılmaz parçası olarak görüyoruz. Eğitimcilerle ilgili cümle kurup, eğitimle ilgili konularda sessiz kalmayı, duyarsız olmayı eğitimci kimliğimize de eğitim sendikası olma hasletimize de uygun görmeyiz. Dahası, haklarına ve hukukuna dair ter akıttığımız eğitim hizmetlerini gören kitlenin emeğinin değer bulması, akıl terinin istenen karşılıkları oluşturması, fikir ve fiillerinin toplum ve devlet nezdinde değerli olması için eğitime dair duruş, bakış, görüş, biliş ve bildiriş düzleminde öncü olmak, süreçlerde paydaş olmak, gerçekleri görmek ve gereğini ifade etmek durumundayız. Bu çerçevede, eğitime özgü güncele ve geleceğe dair her cümlemizi, her çabamızı, her raporumuzu, eğitimi kavram olarak doğru referanslarla tanımlayarak, sistem olarak doğru zemin üzerinde kurgulayarak, felsefe olarak kadimle irtibatlandırarak şekillendiriyoruz.
Sendikal örgütlenme noktasındaki heybetimizi, eğitime dair meselelere ‘biz’ penceresinden, ‘aşmak ve olmak’ hedefleri üzerinden bakmak gayretiyle taçlandırıyoruz. 2023 Eğitim Vizyonu’nu inceleyip değerlendirirken de, eğitim sistemini bütünsel bir bakışla izleyip değerlendirerek raporlaştırırken de amacımız, hem kendini hem de ilim bilen insana vuslatı mümkün hâle getiren eğitim sistemine sunmaktır. İnsana dair tasavvuru olmayan her eğitim sisteminin insana yönelik tasallut zeminine dönüştüğünü bilen ve bu noktada bizzat bedel ödeyen öznelerin kardığı muhalif olma iradesinin sendikal bilince, örgütlü güce ve yetkili örgüte dönüşmüş hâli Eğitim-Bir-Sen, eğitimi, insanın mevcudunu aşma, özüne varma ve kendi olma iradesine sahip kılma faaliyeti olarak tanımlamaktan da eğitimcileri insanın biricik olmasına yön veren idrakin ve hizmetin şahsiyet ehli olarak hak ettikleri haklarla, imkân ve fırsatlarla buluşması için ter akıtmaktan da vazgeçmeyecektir.
Sızımız, amacımız, yazımız ve davamız da insana dairdir. İnanıyoruz ki, bütün bunları başarmaya ve aşmaya insan olmak hasleti kâfidir.
Köklerimize dönmeli, faziletin izzetiyle yol almalıyız
Denetim, kadavraya otopsi değil, hayata koruyucu hekimlik yapmaktır
Her başlangıç yeni bir ruh, yeni bir heyecandır
'Olmak' ve geleceği kurmak imkânı veren eğitim sistemi
Soru çözen öğrenciden sorun çözen insana
Güçlü bir bilinçle ayağa kalkma, hakikati haykırma vaktidir
Bakanlığa göre öğretmenlik bizim için rehberlik
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ